Küçük İç Döküşler 4 - Herkes Kendi Boşluğunu Arıyor


Herkes kendi boşluğunu arıyor. Bir vakit lazım herkese. O zaman iyi olurdum, şunları ve bunları yapardım, kendime zaman ayırırdım, birçok şey başarırdım, sakinlerdim dediğimiz bir vakit lazım. Buldum o vakti. İnsanın en son ihtiyacı olan şey vakitmiş. Her şeyi anlamlı kılan, insanı yataktan kaldıran, bir amacı olduğuna inandıran elzem bir gereklilikmiş zamansızlık.

Süregelen bir kaos içinde, düşünemez ve hırpani bir biçimde savrulma hissi. İnsanı yarınlara inandıran ilahi bir uyuşturucu. Zaten uyuşmak zaman kavramını ortadan kaldıran bir eylem, denklem tutuyor. Mantıklı düşünmeye, durup dinlenmeye, hayal kurmaya vakit kaldığında anlamını yitiriyor birçok şey. Yalan olduğunu bile bile inanılan gelecek ve güzelliğiyle baştan çıkaracak yarınlar tüm çıplaklığıyla telefonuna düşüyor insanın. Başka bir şey de düşmüyor insanın telefonuna vakit bol olunca.

Sürüye ayak uydurmak bu yüzden önemliymiş. Benzer hayatları yaşamak, sıradan hatalar yapmak ve fotokopisel anılar biriktirmek tıpkı herkes gibi. Yaşam bundan ibaret ve maalesef böyle güzel. Bu bir gerçek. Sürüden kopmak demek, diyalektik bir sürecin başlangıcı demek. Yalnız kalmak, bir sürü kahve içmek, herkes gibi sıkılmadığın için sıkılmak, zorundalık taşıyan eylemlerden bir hayli uzaklaşmak ve en ölümcülü, rahatlamak demek. Bu düzende rahatlamaya yer yok.

Tek sesli bir meclisin çok sessiz üyelerini oynamalıyız. Bu boyun eğmek, sıradan olmak, sistemin bir parçası olmak gibi algılanmamalı yada algılanmalı bilmiyorum. Fakat bu kavramların sahip olduğu negatif ün sadece bir yanılsama. Sessizlikten, aynılıktan, kalabalık bir benzerler ordusu olmaktan kuvvet doğuyor. Bu somut ve belirgin bir şekilde tecelli etmiyor çoğu zaman. Çünkü aynı olan insanların konuşucak farklı konuları, birbirlerine anlatacakları bilinmeyenleri, şaşırtıcı anıları yoktur. Herkesin yaşadığını herkes yaşayacaktır veya yaşamıştır. Şaşırmak, hayvanlara özgü ve insanların çok ender yakalandığı bir hastalıktır. Aynılık bize doğrudan temas etmese de yaşamamızı sağlayan sihirli bir değnektir. Bu nedenle, o değnekle ne yapılacağı bir mankene sorulduğunda hep anlamsız cevaplar verir.

Şaşıran insan yalpalar, kopar, sürüklenir, ayrışır, elenir. Bir daha aynı kalabalığa ait hissetmek için yalvaracak duruma gelene kadar da bunu iyi bir şey olarak tanımlar. Halbuki garsona "şaşırt beni" diyen hiçbir müşteri, yediği yemekten arzuladığı zevki alamaz. Herkesin kendine göre bir siparişi vardır günlük ve ömürlük hayattan. Kimisi önce tatlıları seçer kimisi çorbanın kaşıkla ulaşılamayacak kısmını kaseden kafaya diker. Yoğurt yiyişi farklı olsa da, tüm yiğitler masadan aynı menüyü yiyerek kalkar. Zaten menü alternatifler sunan bir lokantaya ait değildir. Herkes kendi coğrafyasının kaderini sindirir, ufak bir geğirir, vücudundan atar ve bir sonraki yemeği beklemeye başlar.

Yarına acıkan insan (kaldı ki her insan yarın için acıkır, bu Tanrı'nın insana verdiği en büyük zayıflıktır) bir sonraki yemeği beklemeye başlar. Biz buna aramızda haftaiçi diyoruz. Haftasonu lokantasına girmek için sırada bekleyen insanların sodexo'larına farklı farklı bakiyeler yatar. Bu nedenle bazısı har vurup harman savurur bazısı eve erken gelip televizyonun karşısında göbeğinde kumandayla uyur. Çünkü eğlenmeyi tanımlayan düzen böyle buyurur, o ne yapıyorsa sen de onu yapmalısın kuralı anayasanın ilk üç maddesi denli dokunulmazdır. Antisosyal bir sosyal devlet olmanın en büyük özelliği budur.

Kurulan bu düzen bir gün insanoğlunun kendi boşluğunu aramasıyla son bulur. Herkesin başına gelmeyen bu felaket ve tükenmişlik anı, bir noktadan sonra bütün emelleri enflasyonu uçmuş bir ülkenin para birimi misali değersiz kılar. Çuvalla hayal verip, iğne ucu büyüklüğünde mutluluk alan insanlar, bu mutlulukla yetinememeye başlar. Beyin göçü kavramı sanılanın aksine tam olarak bu nedenle ortaya çıkmıştır. Beyin göçü, insanların beynini bir leyleğinin bohçasına koyarak uzak ve sıcak kazanlara yollaması anlamına gelir. Artık aklını kullanmak zorunda olmayan insan tekrardan düzene ayak uydurabilir, isyan ettiği kalabalığa yeniden dahil olabilir.

Kendi boşluğunu aramak, en acılı intihar biçimidir. Arkasına bakmadan yürüyemeyen, günümüzde uydurulan psikolojik rahatsızlıkların (anksiyete diye hastalık olmaz kusura bakmayın)  hemen hemen hepsinin belirtilerine sahip insan, boşluğun ta kendisi haline gelir. Geri dönmenin zor olduğu bir konfor alanı oluşturduğunu düşünen insan gevşer ve motor fonksiyonları dahil olmak üzere yaşamak adına o güne kadar geliştirdiği bütün yeteneklerini tek tek kaybeder. İntihar denince hep akla ölüm gelse de ruhun yüksek bir uçurumdan boşluğa düşmesi ölüme en yakın deneyim olmakla birlikte, çoğu zaman ölümden çok daha acı vericidir.

Düzene geri dönmemiz dileğiyle...

Yorumlar

Popüler Yayınlar